26 Nisan 2013 Cuma



Nail Çakırhan (d. 1910Ula - ö. 10 Ekim 2008Muğla)


Nail Vahdeti Çakırhan, ikinci ismi Vahdeti'den esinlenerek şiirlerinde kendini Nail V. imzası ile tanıttı. Geleneksel mimariyi günümüze taşıyarak inşa ettiği yapılarla güneybatı Anadolu geneline ve özellikle de Akyaka mimarisine damgasını vurmuş ve 1983 yılında dünyanın en saygın mimarlık ödüllerinden Ağa Han Uluslararası Mimarlık Ödülü'nün sahibi olmuştur. Mimarlık eğitimi görmediği halde bu ödülü alan ilk kişidir. Türkiye'nin ilk kadın arkeologlarından Halet Çambel'in eşidir.

 Mimarlık Kariyeri

Mimarlık kariyerine ilk adımını, yine Halet Çambel'in Profesör Bossert ile birlikte kazılarını yürütmekte olduğu Karatepe'de attı. Karatepe çıplak beton açık hava müzesini, kazı evini ve diğer binaları inşa etti.
1963'te Ankara'da, projesi Turgut Cansever'e ait Türk Tarih Kurumu binasının inşaatını gerçekleştirdi. Almanya Büyükelçiliği'ne bağlı Alman Lisesi'nin yapımını üstlendi. Halet Çambel'in Chicago Üniversitesi ile işbirliği içinde kazılara başladığı Ergani'de bir kazı evi yaptı.
Halet Çambel - Nail Çakırhan çifti, Nail Çakırhan'ın bozulan sağlığı nedeniyle doktorların tavsiyesi üzerine 1970'de Akyaka'ya yerleşti. Nail Çakırhan burada geleneksel mimari özelliklerini günümüz şartlarıyla buluşturan ve çevre ve doğayla bütünleştiren bir ev inşaatı gerçekleştirdi. Ardından arkadaşlarından, özel kişilerden ve turizm işletmelerinden benzer evler yapması için teklifler aldı ve alanında bugün Akyaka Evleri diye bilinen ekolü oluşturdu.
Beton yerine ahşap evler inşa ederek çevreye saygılı mimariye öncülük etmesi kendisine 1983'te, dünyanın en saygın mimarlık ödüllerinden Ağa Han Mimarlık Ödülünü getirdi . Mimarlık eğitimi almamış bir kimse olarak bu ödülü alması mimarlık dünyasında alaylı-mektepli tartışması başlattı.
Çakırhan, ödülden sağladığı kaynakla Muğla'daki Konakaltı Hanı'nı Kültür Evi olarak restore etti. Ardından yörede çeşitli evler, oteller, tatil köyleri inşa etti. Ona ödül getiren evi, 1998yılında kültür ve sanat merkezi olarak hizmete girdi. Sanatçı, 11 Ekim 2008'de Muğla'da kolon kanseri nedeniyle hayatını kaybetti .



25 Mart 2013 Pazartesi

‘AKYAKA’ ADI NEREDEN GELİYOR?
Osmanlı dönemi belgelerinde “Akâbâd” ve “Akova” olarak geçmekte olan bu isim zamanla “Akyaka” ya dönüşmüş.
TARİHTE AKYAKA; IDYMA
Gökova körfezinin kuzeydoğu köşesinde, sırtını Sakar Tepesine yaslayan Akyaka beldesi, yaklaşık 2500 yıllık bir geçmişi olan antik ‘Idyma’ yerleşim yerinin devamı konumundadır. Doğuda, Muğla İlinin Fethiye ve Kınık (Xantos) dışında kalan kısmı ile kuzeyde Afrodisyas, batıda Bafa Gölü, Milas ve Bodrum (Halikarnas) sınırları içinde kalan bölge ‘Karya’dır (Caria). Akyaka’nın da tarihi diğer Karya yerleşim birimlerinden ayrı değildir. Karya, önce İyonlar ve Lidyalılar, sonra da ‘Castabos’ adlı Pers komutan tarafından işgal edildikten sonra (MÖ.6. yüzyıl) Büyük İskender’in eline geçmiştir (MÖ. 334). Karya, İskender İmparatorluğundan önce Hyssaldomus ve oğlu Hecatomnos ve Kraliçe Artemisler tarafından yönetilmekteyken Karya başkenti bugünkü Milas (Mylasos) idi. Büyük İskender’le başlayan Helenistik dönemde başkent Halicarnasos, yani bugünkü Bodrum oldu. Kral (Satrap/Vali) Mausolus ve karısı 2. Artemisia bu dönemde Karya şehirleri ve yönetiminde önemli rol oynadı. 

Akyaka bölgesindeki Idyma antik şehri deniz kenarındaydı ve antik liman bugünkü İdiomos (Kadınazmağı) çayının hemen kuzeyindeydi. Sakar tepesi eteklerindeki antik duvarlar ve Gökova köyü sırtlarındaki mezarlar yerleşim yerinin güvenli olması açısından daha yukarılarda olduğunu gösteriyor. İlk yerleşimin İdymos nehri kenarındaki Idyma’da olduğu biliniyor. Idyma’nın yerleşim alanları arasında Akyaka, doğusundaki Gökova köyü, (eskiden Kozlukuyu), bu köyün Yazılıtaş ve İnişdibi mahalleleri ile Eski İskele mevkii bulunuyor. Karyalılar burada da dağ yerleşimini tercih ederek, çevreyi ve denizi kontrol altına aldılar. Bölgede kapsamlı bir arkeolojik kazı yapılmadığından kaya mezarları ve sur kalıntıları dışında yüzeyde fazla bir kalıntı görülmüyor. Restoranların bulunduğu azmağın hemen kuzeyinde ve yol üzerinde MÖ. 4. yüzyılda yapılmış tek sütunlu bir mezar görülmektedir.

Tarih boyunca doğal kaynakları, iklimi, coğrafyası ve elverişli yaşam koşulları ile insanoğluna kucak açan bu bölge, Karyalılar’ın ardından birçok medeniyetin egemenliği altında kaldı. Idyma, Atina’nın öncülüğünde “DELOS Deniz Birliği” tarafından yönetilen kentler arasına girdi. M.Ö. 453-452 yıllarına ait birliğe katılım payları listelerinde Idyma ismi geçmektedir.

Gökova Körfezindeki Sedir Adası’nda antik çağdan kalma birçok tarihi kalıntı vardır. Antik çağdaki ismi ‘Kedrae’ veya ‘Cedrae’ yeni adı ise ‘Sedir adası, ‘Şehir Adası’ ve ‘Kleopatra Adası’ olan bu cennet ada Karya kral ailelerinin yazlarını geçirdiği yer olmuş. Düzgün kesme taştan çok sayıda kule ile sur duvarları, Apollon tapınağı ve onun yerine sonradan yapılan kilise, hâlâ ayakta duran iyi korunmuş tiyatro, agora ve adanın antik liman kalıntıları görülmeye değer.

Hellenistik dönemde Büyük İskender’den sonra M.Ö. 3. ve 2. yy.’da Rodos Birliğine ‘Rhodean Perea’ adıyla dahil edilen Cedrai tarihinde en görkemli dönemi yaşamıştır. Adalılar, kendilerini Hellenistik dönem ile Roma İmparatorluk dönemi arasında yaşamış ve Roma İmparatoru Vespasianus zamanında yapılan ‘Idyma Konfederasyonu’ toplantısına şahit olmaktan gurur duyup, şanslı kabul etmişler.

M.Ö. 129 yılında Karia, Roma’nın Asia eyaletinin bir parçası oldu. Idyma’daki bir yazıta bakılarak Rodos’un M.Ö. 1 yüzyılda bu bölgeye hâkim olduğu söylenebilir.

Rodoslular tarafından yönetilen bölge uzunca bir süre Bizans idaresinde kaldıktan sonra, 12. yüzyılda Selçuklu Devleti’nin, 15. yüzyılda Menteşe Beyliği’nin yönetimine geçti. Bu dönemde ‘Cova Çukuru,’ ‘Gökabad’ ve ‘Gökova’ olarak bilinen bu topraklar, Menteşe Beyliği’nin ardından 1420 yıllarında Osmanlı İmparatorluğuna katıldı.

Günümüzde İdyma kentine ait kalıntılar Gökova köyünden Kıran dağı eteklerine kadar uzanıyor. Gökova köyünün hemen kuzeyinde eski Kozlukuyu sırtlarında M.Ö. 4. ve 3. yüzyıllara ait takriben 200 metre uzunluğunda ‘akropol’ kalıntıları, Hellenistik dönem özelliklerini yansıtan taş duvarlar, odalar ve sarnıç kalıntıları görülebilir.

Aynı tepenin doğu tarafında ise kaya mezarları (nekropolis) var. Tepe boyunca uzanan kayalar oyularak elde edilen mezarlar ölümden sonraki yaşam düşünülerek adeta bir ev gibi inşa edilmiş. Bu mezarlar bölgenin çok eski bir yerleşim alanı olduğunu kanıtlıyor. Kaya mezarlarının en iyi korunarak günümüze ulaşan örneği Akyaka-Gökova arasında, İnişdibi olarak adlandırılan mevkide. Akyaka anıt mezarları görülmeye değer yerler arasındadır.

M.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şehrin kültürel varlığının kanıtı İdyma gümüş ve tunç sikkeleridir. Antik kaynaklarda adı geçen İdyma’nın kenarından akan İdymos nehri ise, bugünkü Çaydere veya ‘Kadın Azmağı’dır. Sikkelerin üzerinde yer alan boynuzlu erkek başı, bazı tarihçilerin öne sürdüğünün aksine ‘Çobanların Tanrısı Pan’ değil, nehir tanrısı İdymos’tur. Bölge Rodos yönetimindeyken basılan gümüş sikkelerin ise ön yüzlerinde Rodos Apollonu’nun başı, arkasında incir yaprağı vardır.

İdyma kenti ve çevresinde bugüne dek 15 yazıt bulundu. İçlerinde en ilginçleri kuşkusuz Leto ve Aphrodit’e ait ortak rahip listeleridir. Bu, Idyma’da Leto ve Aphrodite’e birlikte tapınıldığının bir kanıtı olarak düşünülebilir.

Ortaçağ Idyma’sı ile ilgili sadece tek bir kısa yazıt bulunuyor. Bununla birlikte Orman Bölge Şefliği arazisindeki Bazilika, Eren Dede Türbesi altındaki kilise, Papazderesi mevkiindeki münzevihane ve oldukça iyi korunmuş Orta Çağ Kalesi bu devirdeki Bizans varlığının kanıtları. Kaleden Kadın Azmağı’na inen kapalı galeri, halen Akyaka’dan Gökova’ya giden yolun sol tarafında görülebilir. Kalenin 12.yüzyılın ikinci yarısında Bizans İmparatorluğu zamanında, sınır bölgelerini ve kıyıları savunma amacıyla yapılan kalelerden biri olduğu sanılıyor.

Eski Yunan deniz kitaplarından (Portulant) Gökova Körfezinin (eski adı Keramos) sonuna Kosma adının verildiği biliniyor. 13. yüzyılın ikinci yarısından sonra Piri Reis 16. yüzyılda İdymos Deresi’nden ‘Gökova Suyu’ (Çaydere), Keramos’tan ‘Kerme Körfezi’ (Gökova Körfezi) olarak söz eder ve kıyıların ayrıntılı bir haritasını verir.

Tarih kitaplarında ‘Ceramos’ olarak geçen ve şimdi belde olan Ören, Menteşe Beyliği döneminde ‘Gereme’ olarak bilinirdi. Antik adını çevresindeki dağlarda bulunan kireç taşlı kayalardan elde edilen kumla burada imal edilen ‘seramik’ten aldığı düşünülüyor. Ceramos, Miken seramiklerini örnek almış ve yapıtlarıyla ünlenmiş. Bugünkü Ören beldesinde Helenistik, Roma ve Bizans dönemi kalıntıları mevcut olup, bu nedenle yerel halk yerleşim yerine “tarihi sit alanı” anlamında ‘Ören’ adını vermiş. Akyaka-Gökova iskelesinden körfezin kuzey kıyısından batıya uzanan asfalt yol 32 km sonra Ören’e ulaşır. Akyaka’dan araç veya motosikletle Ören’e gidip antik şehrin doğusundaki tepelerde sur, mabet ve diğer medeniyet izlerini görmek, uzun plajında yüzmek, kıyılarında balık avlamak bir tatilci için tam bir kültür, doğa ve dinlence gezisi olur.       
Piri Reis’in haritasında İdymos Deresinin kuzeyinde bir Ortaçağ Kalesi de yer alıyor. 17. yüzyılda yaşamış olan Evliya Çelebi’nin söz ettiği Gökova’daki yıkık kalenin bu Ortaçağ kalesi olduğu sanılıyor.

Yine ‘Papazderesi’ mevkiinde bulunan yapı kalıntıları incelendiğinde o dönemlerde şehre su getirildiğini ispatlayan pişmiş toprak künk parçaları da görülebilir. Buradaki kaynaklardan beldeye hâlâ su sağlanıyor. Maden iskelesi mevkiindeki kaya nişinin ise dinsel bir amaçla yapıldığı sanılıyor. ‘Çınaraltı’ mevkiinin kuzeyinde birinci katı ana kayaya oyulmuş ve körfezi denetlemek amacıyla yapılmış bir de çiftli kule var.

Tarihçiler, Orman Bölge Şefliği’nde bugün ancak 3 apsisi sağlam kalmış basilika ve Kozlukuyu’da bulunan küçük sunaktan dolayı İdyma’da sağlık tanrısı Asklepios ve kızı Hygieia kültünün varlığını işaret ediyorlar. Kilisenin çevresinde yapılan kazılar sonucu bulunan mimari parçalar bugün Akyaka Belediyesi bahçesinde sergileniyor.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman 1522 yılında Rodos’un fethi için karadan bir sefer düzenleyerek bu bölgeden orduları ile geçti. Kanuni, Akyaka ve Gökova üzerinden Marmaris’e ulaşarak Rodos seferini gerçekleştirdi.

Akyaka-Gökova İskelesi, doğusundaki komşu yerleşim merkezi olan Ören’le birlikte eski çağlardan beri denizden yapılan ticaret için yük taşıyan gemi ve teknelerin uğrak yeri olmuştur. Karya bölgesindeki ocaklardan çıkarılan mermer bu limanlardan ihraç edilirdi. Şimdi de aynı işlem ve ticaret devam etmektedir. Ayrıca, 2. Dünya Savaşından sonra bölgede mevcut zengin krom ve manganez madenleri bu limanlardan ihraç edilmiş, yöre halkı maden işçiliğinden de 1970’li yıllara kadar geçimini sağlamıştır.
      

AKYAKA MİMARİSİ ve NAİL ÇAKIRHAN

Akyaka denildiğinde akla ilk gelen, Nail Çakırhan’ın öncülüğünde yerleşerek yaygınlaşan ve begonvillerle ayrı bir görünüme kavuşan ahşap ağırlıklı mimarisidir. Akyaka evleri son derece özel yapıtlardır. Ulalı usta sanatçı Nail Çakırhan (1910-2008), Ula’nın eski evlerini örnek alarak, günümüzün modern mimarisi ile birleştirip, Akyaka’ya özgü bir mimari doku oluşturdu. Mimarlık eğitimi almamasına karşın, geleneksel mimarinin Akyaka’daki ilk örneği olarak kendi evini yaptı ve bu çalışmasıyla Uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazandı. Yöre insanının sosyal ve ekonomik yaşantısının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yapılan bu evler, yörenin doğal kaynaklarından yararlanılarak geliştirildi. Çakırhan, kendi evinden başka yerel ustalarla birlikte, birçok ev ve otel projesini hayata geçirerek bugünkü Akyaka’nın mimari ruhunun ortaya çıkmasını sağladı. 1983 yılından bu yana Akyaka evleri aynı tarzdaki mimarileriyle yapılaşmasını sürdürüyor. Bu değerli insan 98 yaşındayken çok sevdiği, sevdalısı olduğu Akyaka’ya eserlerini bırakarak maddi yaşamından manevi dünyasına göç etti. Onu, bir kez daha minnet ve şükranla anıyoruz…

Çakırhan’a ait mimari tarzda hiçbir bina diğerine bitişik değil. İçinde ve dışında bol olarak kullanılan ahşap bölümler zarif bir işçilikle, ahşap oymacılığıyla adeta dantel gibi işleniyor. Her ev begonvillerle sarılı, birbirinden bol çiçekli ve ağaçlı güzel bahçelere ve mutlaka Muğla bacalarına sahip. Akyaka’da yıllardır doğal doku ve güzellikle el ele veren bu mimari tarzın asla dışına çıkılmıyor.